Kazak kültürünü analiz etmeden önce ‘kültür’ ve ‘medeniyet’ kavramlarına
kısaca açıklama verelim. Kültür her bir toplumun örf ve adetleriyle,
gelenekleriyle bağlı kavramdır. Herhangi bir günlük hareketin önce geleneğe
daha sonra kültüre dönüşmesi için o hareketin sürekli olarak tekrarlanması
gerekir. Yani bir toplumun geleneği bir insanın alışkanlığı gibidir. Bir
insanın alışkanlıkları onun kişiliğini oluşturduğu gibi, bir toplumun
gelenekleri de o toplumun kimliğini ve kültürünü oluşturur. Kısacası kültür ve
medeniyet kavramları toplumun gelenek görenekleriyle direkt bağlantı
içindendir.
Medeniyet ve kültür sözcüklerinin etimolojilerine dikkat edersek, ‘medeniyet’
Latince, daha doğrusu Fransızca ‘Civilizasyon’ kavramının karşılığı olarak
ortaya çıktı. Bilindiği üzere, Avrupalılar bütün dünyayı işgal ederek sömürgeci
imparatorluklar kurarken, bu işgallerini aklamak ve meşruiyet kazandırmak
amacıyla söz konusu kavramı uydurdular. Aslında yaptıkları şey, diğer
toplulukları işgal etmek, sömürmek ve soymak idi. Ama onlar bu işe ‘geri kalmış
topluluklara ‘aydınlık’, ‘gelişmişlik’, ‘insanlık’ kısacası ‘civilizasyon’
götürüyoruz’ olarak tanıtmaya başladılar. ‘Civilizasyon’ kavramıyla 19.yy.da
karşılaşan Osmanlı aydınları sözcüğün kökünde Latince ‘civitas’ yani ‘şehir’
kelimesi yattığı için, ‘medine’ sözcüğünden ‘medeniyet’ kavramını ürettiler. Kültür
kavramına gelirsek, Yunancadan geçen bu kavram ‘işlemek’ ve genelde ‘toprağı
işlemekle’ ilgilidir. Bu gün İngilizcedeki ‘cultivate’ filli bu sözcükten
türetilmektedir.
Gördüğümüz gibi medeniyet kavramı da, kültür kavramı da aslında tarımla
uğraşan ve şehirde yaşayan yani göçebe değil yerleşik hayat tarzını sürdüren
halkların anlayışını yansıtmaktadır. Bu anlayışa göre gelişmenin, kalkınmanın,
nazik ve edepli olmanın yolu şehirli ve yerleşik olmaktan geçer. Aynı şekilde
İbn Haldun’un da medeniyet kavramının karşılığı olarak kullandığı ‘umran’
kelimesinin temelinde imar etmek, bina yapmak, inşaat anlamları yatmaktadır. Türkiye
Türkçesinde daha sonradan kullanıma giren ‘uygarlık’ kelimesi de göçebelikten
yerleşik hayat tarzına ilk geçen Uygurlardan dolayı üretilmiştir. Eğer
medeniyet, uygarlık ve kültür dediğimiz bu ise, o zaman yerleşik hayat tarzı
olmayanlar, şehri ve kasabası olmayanlar ‘yabanidir’, ‘kültürsüzdür’,
‘medeniyetleri yoktur’, hatta ‘barbardır’. Bu tabi yerleşik ve şehirli
olanların anlayışıdır.
İşin gerçeğine gelirsek, aynı Hazreti Âdem’in Abil ve Kabil oğulları
misalinde olduğu gibi, insanlık tarihinin ta başından beri iki çeşit hayat
tarzı vardı: yerleşik ve göçebe ya da tarım ve hayvancılık. Bu iki farklı hayat
tarzının temelinde iki çeşit medeniyet oluşmaya başladı. Bu iki medeniyeti bir
birine düşman olarak tanımlamak yanlıştır. Ancak yine de birinin ölçü
anlayışıyla, kriterileryle diğerini ölçmek de yanlıştır. İki farklı yaşam tarzı
doğal olarak farklı gelenekleri, farklı dünya algısını, farklı ahlakı, farklı
toplumsal ilişkileri doğurdu. Burada dikkat etmemiz gereken şey, göçebelerin
kendilerine has ‘medeniyeti’ inşa ettikleridir.
İlk başlarda hatta son beş yüzyıla kadar göçebeler yerleşiklerden çok
üstündüler. Ancak en sonunda tarımla uğraşan Kabil’in hayvancılıkla uğraşan
Abil’i öldürdüğü gibi yerleşik medeniyet göçebeleri yendi, yok etti ve dünya
tarih sahnesinden sildi. Yine de göçebe yaşam tarzı kaybolsa da, onların
oluşturdukları medeniyet, dünya algısı, örf ve adetler, ve onlardan miras kalan
dillerde yaşayan anlam dünyası kaybolmadı. İşte bugün Türk medeniyeti
dediğimizde atalarımızdan kalan bu değerler anlaşılmaktadır.
Bugünkü Türk medeniyetini kuzey ve güney diye iki kanada ayırabiliriz.
Güney kanada Uygur, Özbek, Azerbaycan ve Anadolu-Balkan medeniyeti girmektedir.
Kuzey kanadını ise Kazak, Kırgız, Karakalpak, Nogay, Sibiya, Kuzey Kafkasya,
Tatar, Başkurt ve Kırım medeniyeti oluşturmaktadır. Kuzey kanat Türk
medeniyetinin saf, temiz, duru ve işlenmemiş halini korudu. Güney ise bu saf
medeniyeti geliştirerek, işleyerek daha zarif ve nazik hale getirdi. Örneğin
Kuzeyin dili ne kadar eski ve kalın ise, Güneyin dili o kadar yeni ve incedir.
Kuzeydekilerin müzik aletleri ne kadar tok ve doğal sesli ise, güneydekilerinki
o kadar tez seslidir ve daha da gelişmiştir. Örneğin dombıra sadece iki telden
oluşur, Anadolu sazı ise yedi telden oluşmaktadır. Güneyde Arap-Fars ve genel
olarak şehir etkisi net olarak görülür. Kuzeyde ise bozkır ve göçebe anlayışı
üstündür.
Bugün bağımsız olan Türk devletlerinin bayraklarına da dikkat edersek,
kuzey-güney ayırımını görebiliriz. Kazakistan ve Kırgızistan İslam öncesi Tanrı
dininin simgesi olan ‘güneşi’ kendi bayraklarına koydular. Özellikle
Kazakistan’ın gök renkli bayrağı ister istemez Göktürklerin Gök Tanrısını
hatırlatmaktadır. Azerbaycan, Özbekistan, Türkiye ve Türkmenistan ise
bayraklarında İslam’ın simgesi haline gelen hilale yer vermektedirler. Bu dört
devletin bayraklarını kıyasladığımızda Türkmenlerin bayrağındaki hilalin
başkalarından değişik olarak sağdan doğduğu göze çarpmaktadır. Çünkü eski
Türkler şimdi yabancı kelimelerle ifade ettiğimiz şans (Latin), talih (Arap),
baht (Fars) kavramını bildirmek için ‘Ay’ın sağdan, yıldızın soldan doğsun’
derlerdi.
Kuzey Türk medeniyetinin en önemli temsilcilerinin birinin Kazak kültürü
olduğu kesindir. Kazakistan’da aile yapısından toplumsal ilişkilere kadar hatta
devlet sembollerine kadar eski Türk medeniyetinin etkisi açıkça görülmektedir.
Kazaklar devlet sembolü olarak Türk evi olan otağın üst kısmı Şanırak’ı
kullanmaktadırlar. Kırgızlar şanırağı bayraklarında ifade ettilerse, Kazaklar
onu devlet armasında kullanmaktalar. Bu açıdan Kazaklarla Kırgızlar arasındaki
dünya algısı, gelenek göreneklerde pek fark yoktur. Belki Kazakları bozkırdaki
Kırgızlar olarak, Kırgızları da dağdaki Kazaklar olarak tanımlarsak daha
isabetli olur. İki halk arasında sadece bir fark vardır ki o da şudur: Kırgızlar
kendilerini Göktürkler zamanındaki Kırgızların devamı olarak tanıtırlar;
Kazaklar ise toplumda canlı olarak yaşayan ve Saka-Hun-Göktürk dönemlerinden
başlayan şecere geleneklerine göre yani soy ağacı anlayışlarına göre
kendilerini tek bayrak altında birleşmiş farklı boylardan oluşmuş halk olarak
tanıtırlar. Başka bir deyişle Kazak devletini zamanında Göktürk devleti ve
Cengizhan devletini oluşturan bütün Türk boyları oluşturmaktadır.
Kazak kültürünün Türk medeniyetinin duru halini korumalarının bir nedeni konar
göçer yaşam tarzıdır. Kazaklar Sovyet döneminde zorla yerleşik hayat tarzına
geçseler de, genel olarak büyük şehirlerde değil ‘avul’ adı verilen kırsal
bölgedeki köy ve kasabalarda oturmaktaydılar. Kazakistan’ın şehirlerinde Rus
kültürü üstün iken, kırsalda Kazak kültürü kendini korudu. Başka bir deyişle
‘avul’ Kazak kimlik ve kültürünün kalesine dönüştü. Aynı süreç Türkiye
Cumhuriyeti’nin oluşmasında da yaşanmıştı. İngiliz Tarihçi Bernard Levis
‘Modern Türkiye’nin Doğuşu’ adlı kitabında şöyle yazmaktadır:
Osmanlı Devleti’nin şehirlerinde Arap-Fars-Rum-Ermeni
kültürleri yani kozmopolit kültür üstündü. Şehirlerin dışında ise kırsal
bölgelerde temiz Türk kültürü yaşamaktaydı. Osmanlı’nın Türkleşmesi kırsaldan
şehre akan Türklerin sayesinde gerçekleşti. En sonunda Osmanlı Devleti’nin
Türkiye Cumhuriyeti’ne dönüşmesi başkentin kozmopolit İstanbul’dan kırsaldaki,
Anadolu’daki Ankara’ya taşınmasıyla taçlanmış oldu.
Kazak kültürünün Türk medeniyetini temiz korumasının ikinci bir nedeni de
Kazakistan’ın coğrafi olarak Türk dünyasının tam ortasında yer almasıdır.
Kazakları Arap-Fars kültür etkisinden Türk Dünyasıyla Arap-Fars dünyası
arasında duran Özbekler koruduysa, Çin kültür etkisinden Türk Dünyasının
doğusunda yer alan Uygurlar muhafaza etmişlerdir. Kuzey doğudan Türk halklarını
birinden sonra birini asimile ederek yayılmakta olan Rus kültüründen ise
Kazakları Tatarların koruduğunu belirtmemiz lazım.
Sonuç olarak Kazak kültürü, Türk medeniyetinin devamıdır ve en temiz
halidir. Kazakistan Cumhuriyeti’nin bağımsız devlet olarak uluslararası sahnede
yer alması, bu medeniyetin sonsuza kadar korunacağının garantisidir. Bir
devletin dünyadaki varlığının sadece siyasi yapıyla değil, aynı zamanda
kültürel kimlik geliştirmekle korunacağını kabul edersek, zamanında Atatürk’ün
Avrupa ile Arap-Fars dünyası arasında kurmakta olduğu Türkiye Cumhuriyeti’ni Türk
kültürü temelinde inşa etmesi gibi, bugün Rusya ile Çin arasında devlet olarak
ayakta kalması için Kazakistan’ın da kendisinin Türk kimliğini koruması ve Türk
medeniyetini canlandırması gerekir. Cumhurbaşkanı Nazarbayev’in Türk
medeniyetine göstermekte olduğu destek Kazakistan’ın kültür politikalarının
doğru yönde ilerlemekte olduğunun bariz göstergesidir.
Dr. Dinmuhammed Ametbek
Yorumlar
Yorum Gönder